20 Ocak 2010 Çarşamba

Modern Zamanlar

Başım ağrıdan çatlıyor Odyssey! Günlerdir şu portfolyoyu bakılası hale getirmeye çalıştığımdan kullanmadığım organlarımın işlevlerini yitirdiğini hissediyorum. Mesela ayaklarımın üstüne bastığımda artık diz kapaklarım çatırdıyor, ayrıca koca yuvarlak kıçım yassılaştı, dengeyi kurabilmek için kıçım dışarda yürüyorum, parmak izlerim touchpad'in üstünde kaymaktan yokoldu. Bitse de gitsek moduna girmiş bulunuyorum. Ama sanat üşenmemeyi gerektirir değil mi.

Paranın gözü körolsun! Her izlediğim filmde, okuduğum romanda, dinlediğim öyküde para yüzünden hayatları mahvolan insanlar görmekten bıktım. Ya da belki algıda seçiciliktir benimki. Evet, para hayatımı mahvetme evresinde. Niye bu kadar kasıyorum sanıyosun Odyssey, okuduğum biryerde paranın sözü geçiyor ve ben kendi sözümü geçirebilmek için özel olarak sınanacağım. Sınama günü her şey mükemmel olmalı! Yoksa aynı nedenle artık biryerde daha fazla duramayabilirim.

Birileri bizi dinliyor odyssey! Her tarafta kameragözler var, telefonlarımızda kulakları, bizim beyinlerimiz de birilerinin televizyonlarında. Birisi gözlerinin altına alındı Odyssey! Suçu olmadığını biliyorum. Tam da her şey düzelecek diye bakarken, hayaller kurarken sabahın 5inde tanımadığım birileri tarafından uyandırılıp odamdan çıkarıldım. Elleri kelepçelenmiş birisini gördüm. Bacaklarını şiddetle sallıyordu yüzünde samimi olmaya çalışan ama ana avrat söven bir ifade ile. Sövülmeyecek gibi değillerdi ki. Eski bir hediyemi alıp yırttı birisi aradıkları şeyi bulmaya çalışırken, "yırtmayın lütfen onlar özel!" dedim. "Hepsi özel bunların ona bakarsan" dedi. Haklı değil mi, hepsi özel. Özel her şey özenle yok ediliyor.

Sıkıldım. Sıkıldıkça saçlarımı kesiyorum. Geride biraz olsun bırakmaya çalışıyorum sonra sıkıldığımda yine kesebileyim diye, ama bu sefer abarttım sanırım biraz. Yukarda da görülüyor aslında saç fetişliğim, gerçi ne yönde fetişim ben de anlamadım ya. Daraldım mı, bunaldım mı hemen onlardan çıkarıyorum hıncımı. Pişman oluyorum sonra. Küçükken keserken ağlardım, şimdi ağlamıyorum. Kökü bende nasıl olsa diyorum, ne kadar kessem de kökü bende. Günler geçsin odyssey... Saçlarım sapasağlam uzasın artık...

Charlie Chaplin sana tapıyorum. Sessiz film diye 1976 yapımı, birinin yönettiği bir film izlemeye çalıştım bugün, ama başaramadım. Ne mimik var, ne hareket bir aksiyon! En nefret etttiğim ve kapatmamı sağlayan sahne; 5 kişi masa etrafındalar, güya güldürüler komiklikler ve bir sürü konuşmalar geçiyor aralarında sonunda da seyirciye verilen yazı tek cümle. Oysa Chaplinimin filmleri öyle mi azizim! Ağzı kıpırdamıyor herifin, bütün anlatcaklarını yüzüyle, eliyle, koluyla çok güzel anlatıyor, fazlasını bile veriyor. Vücudunu her türlü kullanıyor, ah o ölü sahnesinde sopa gibi durman yok mu! Boşuna her başroldeki kadın seninle evlenmemiş. Biliyor musun Odyssey, uykusunda ölmüş Chaplin. Benim de en çok isteyeceğim şey bu olabilir...

Bir sıkıntımı daha dile getireyim. "Benim de en çok isteyeceğim şey bu olabilir" cümlesinden sonra düşündüm ve en çok istediğim şeyi bile net olarak söyleyemediğimi farkettim. Evet, bundan şikayetçi olan birileri var. Hayatta çoğu şeyin, özellikle kararların net ve kesin olması gerektiğini savunuyorlar. Geleceğim, seçimlerim, benliğim, şeklim, düşüncelerim, kendim bulanık ve belirsiz Odyssey. Netleşirse uykuma yetişemeden ölürmüşüm gibi geliyor.



Not: Ünlü isimleri serbest diye anlaşmıştık unutma.