3 Eylül 2010 Cuma

Böyle sıyırdı Berdüşt

<< Gitmeler üstüne >>

Gözlerinin içine baktım geçenlerde, ey hayat! Dipsizliğe gömülüyordum sanki.

Ama sen beni altın bir oltayla çektin çıkardın, alay edercesine güldün, sana dipsiz dediğimde.

<< Bütün balıklar öyle derler. >> dedin; << dibini göremedikleri şey dipsizdir onlarca. >>

Ey yeryuvarlağı, pek yuvarlak gelmiye başladın bana!

1

Berdüşt yirmibir yaşında, yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp denizaşırı diyarlara, Mutlu Adalara gitmeye karar verdi. Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkaracak, benliği yeni bilgiler tadacaktı. Ama tüm bunlara rağmen gönlü sıkışırdı Berdüştün, çünkü gönlü bir kadına vurgundu. Son sabah tanla kalktıklarında, Berdüşt güneşi arkasına aldı ve kadınına seslendi: << Kutsa beni, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bak ey ela göz!

Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin.

Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Berdüşt yine aşkla dolmak ister. >>

Sustu. Cevap alamadığı kısa bir süreyi anlamsız buldu. Kadını o süre Berdüştü seyreyledi. Kokusunu dibine kadar içine çekti ve dedi ki:

<< Yalnızlığına kaç, erkeğim, dostum! Seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle de delik deşik olmuş görüyorum.

Seninle nasıl susulacağını pek iyi bilir orman ve kaya. O sevdiğin ağaca benze yine sen, o geniş dallıya: sessiz ve dinlercesine sarkar o, denizin üstüne.

Yalnızlığın bittiği yerde, pazar yeri başlar; pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsü ve ağılı sineklerin vızıltısı başlar.

Kimine göre yalnızlık, sayrı kişinin kaçışıdır; kimine göre de, sayrı kişilerden kaçıştır.

Dünyada en iyi şeyler dahi, göstereni olmazsa, değersizdirler: bu göstericilere büyük adam der halk.

Ağır duruşludur bütün derin kaynaklar: derinliklerine düşünenin ne olduğunu anlamak için uzun süre beklemeleri gerekir.

Yalnızlığına kaç, dostum: biliyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç!

Yalnızlığına kaç dostum, - ve oraya, sert ve sağlam bir havanın estiği yere. Senin yazgın sinek kovmak değildir. >>

Berdüşt kadına hak verdi. Tekrar yanına uzanmasını istedi ve gözlerini kapadı. Yine birbirlerinin boynunda hayat buldular. Bu boyundan uzakta da güçlü olmalı ve yükseğe uzanmalı diye düşündü.

Böyle başladı Berdüştün gidişi.

2

Uzun zaman uyudu Berdüşt ve yüzü üzerinden yalnız tan değil sabah dahi geçti. Gözlerini açamadan, ruhunu tutkularını kekeler buldu. Gerçek, tutkularından ve sevinçlerinden çok uzaktaydı. Korku ve telaşından tekrar gözlerini kapadı. Zamana bir süre ara vermek istedi.

Böyle uyurdu Berdüşt.

Berdüşt sonunda uykusundan bunaldı. Rüyalarında dolanan kadından usanmasıydı bunalması. Kadın uykusunda bir süre arkası dönük duruyor ve aniden saçlarını fazlaca bir şehvetle savurup şöyle diyordu:

<< Sevgide her zaman biraz çılgınlık vardır. Ama çılgınlıkta da, her zaman, biraz yöntem vardır. Kadın için bu böyledir.

Evet, içinde bulunduğun tehlikeyi biliyorum. Fakar sevgim ve umudumun hakkı için yalvarırım sana; sevgin ve umudundan yüz çevirme! >>

Berdüşt öyle bunaldı ki terlemeğe, terden küçük bir tuz gölü oluşturmaya başladı bedeninin bitişiğinde.

O kurnaz ve küçümser, gidiyorum bu dağbaşından, o ne sabırlı ne sabırsız; daha çok, artık << katlanmadığı >> için sabrı da unutan biri.

Aldatıcının biridir, yalan dolan ruhudur o. Hele çıplak göründü mü! Fakat onun oyunlarına karşı ben ne yapabilirim ki! Onu ve dünyayı ben mi yarattım? Ama benim seçimimdir o.

Eh! Yine barışıp neşelensek! Kadınım, sen yine kötü kötü baksan da,- Ah, nasıl içerliyor bana -:

- Beni sevip övmeyi yine öğrenecektir gece olmadan; o böyle delilikler işlemeden uzun süre yaşıyamaz.

O, düşmanlarını sever: benim gördüğüm insanlar arasında en iyi bilen odur bu sanatı. Fakat bunun öcünü, dostlarından alır!

Düşgele mi bu, yoksa şakacılıktan mı?

Berdüşt, bütün soluğunu içine çekerek gönlüne seslenmeye karar verdi:

<

Her yüzümüze gülen tan ile daha neler öğreniriz, daha neler, neler olabilir! Unutma, bunun için kendimizden öte gülmeyi ö ğ r e n e c e ğ i z ! yükseltelim yüreklerimizi, yükseltelim daha! Daha! Güzel gülmeyi de unutmayalım! Öfkeyle değil, gülmeyle öldürür kişi. Haydi öldürelim ağırlığın ruhunu!

Birden soyundu Berdüşt; yola koyuldu.

3

Berdüşt kadınının yanından ayrıldığında, üşüyor, yalnızlığını duyuyordu: içinden öyle soğuk, öyle yalnız şeyler geçiyordu ki, bu yüzden gövdesinin üyeleri dahi üşümüştü. Fakat boyuna tırmandı, dere tepe aştı; zaman zaman yeşil çimenlerden, zaman zaman da belki sabırsız bir çayın vaktiyle yatak açtığı taşlık yerlerden geçti: derken daha bir ısındı birdenbire, neşelendi.

<< Bana ne oldu? >> diye soruyordu kendi kendine, <

Daha az yalnızım şimdi; çevremde bilinme yoldaşlar ve kardeşler geziyor; sıcak soluklarını canımda duyuyorum.>>

<< Biri hep fazladır çevremde >> - böyle düşünür yalnız kişi!<< Hep bir kere bir, - iki olur çıkar sonunda! >>

<< Ben >> ve << Beni >> hep pek ateşli görüşürler: dost olmasa, nasıl katlanılırdı?

Yalnız için dost, hep üçüncü kişidir: üçüncü, iki kişi arasındaki konuşmanın derinlere dalmasını önliyen bir tapadır.

Ah, bütün yalnızlar için pek çok derinlikler vardır. Bundandır, dosta ve dostun yüksekliklerine özlem çekmeleri.

Başkalarına inancımız, kendimizde neye inanmak istediğimizi açığa vurur. Dost özlemimiz bizi ele verir.

Ve sık sık sevgimizle sadece kıskançlığı aşmak isteriz: ve sık sık saldırırız ve bize saldırılabileceğini gizlemek için, düşman ediniriz.

<> böyle der, dostluk dilemeyi gözü kesmeyen gerçek saygı.

Dost edinmek isteyen, dostu uğruna savaşmıya gönüllü olmalı: savaşmak için de düşman o l a b i l m e l i.

Kişi dostunda en iyi düşmanını bulmalı. Dostuna karşı koyduğunda, ona yüreğinle en yakın olmalısın.

Dostunun önünde çıplak mı durmak istersin? Kendini olduğun gibi göstermen, dostunun şerefine midir? Ama bu yüzden, şeytan görsün yüzünü, der sana dostun!

Kendisini hiç gizlemiyen, kişiyi deli eder: öylesine çekinmek gerekir çıplaklıktan!

Dostunu uyurken gördün mü hiç, - nasıl göründüğünü anlamak için? Dostunun yüzü nasıldır sahi? Kaba ve pürüzlü bir aynada kendi yüzündür o senin.

Sezmekte ve susmakta usta olmalı dost: g ö r m e k istememelisin her şeyi. Dostunun uyanıkken ne yaptığını sana düşün açıklamalı.

Ko acıman sezme olsun: dostun acınmak istiyor mu, önce onu bilmen için. Onun sende sevdiği belki keskin göz ve s o n r a s ı z l ı k bakışıdır.

Ko dostuna duyduğun acıma sert bir kabuk altında saklansın; sen bu kabuk üzerinde bir diş kırmalısın. Böyle incelir ve tatlanır o.

Duru hava ve yalnızlık ve ekmek ve ilaç mısın dostuna sen? Nice kimseler kendi zincirlerini çözemezler de, dostlarının kurtarıcısı olurlar.

Köle misin? Öyle dost olamazsın. Zorba mısın? Öyleyse dostun olamaz.

Pek uzun bir süre köleyle zorba gizlenmiştir kadında. Bu yüzden kadın dostluğa zordur, yenidir. O sevgiye dayanmıştır.

Kadının sevgisinde, sevmediği her şeye karşı haksızlık ve körlük vardır. Kadının bilinçli sevgisinde bile, ışığın yanı sıra, hep baskın ve şimşek ve gece vardır.

Sevgi var: ko dostluk olsun!

Böyle isterdi her düş.

4

Denizde, Berdüşt’ün Mutlu Adalarından uzak olmayan bir ada vardır, üzerinde bir yanardağ tüter durur; halkın dediğinde, hele halkın arasındaki yaşlı kadınların dediğine göre bu ada, öbür dünyanın kapısı önüne kocaman bir kaya gibi yerleştirilmiştir; yanardağın içinden geçen dar yol da, öbür dünyaya açılan bir kapıya inmektedir. Berdüşt yürürken, aklı gönlüne düşer ve bir rüyası canlanır:

<< Çocuk istiyorum >> diye düşündü kadın. Düşüncesini dile getirdi Berdüşt’e ve mutlulukla onaylandı. Derken bir engerek geldi ve Berdüşt’ü boynundan soktu, öyle ki berdüşt acıdan bağırdı. Kolunu yüzünden çekince yılanı gördü << bende zehir yoktur, ama bir sorum var sana berdüşt, derinlğini anlamak için, zehir gibi salıyorum bu soruyu gönlüne. Sen çocuk istemeye y e t e r l i kişi misin? Sen yenen misin, kendine boyun eğdiren misin? Böyle sorarım sana.

Kendinden öte kurulmalısın sen. Ama kendin kurulmalısın önce, göğde ve can dimdik.

Yanlız ileri doğru değil, yukarı doğru da üretmelisin kendini! Bu işte evlilik bahçesi yardımcın olsun senin. >>

Berdüşt yılanın boynunu kavradı ve işaret parmağını engereğin ağzına tıkadı ve şöyle buyurdu: << Evlilik diye ben yaratıcılardan üstün olanı yaratma istemine derim iki kişinin. Böyle bir istemi isteyenlerin birbirine duyduğu saygıya derim evlilik.

Çocuklarıma ödemek isterim babalarımın çocuğu olmamı, -bütün geleceğe de, şu şimdiyi ödemek isterim! >> -

Engerek Berdüşt’ün işaret parmağını ısırdı ve atıldı. << Bir sürü kısa delilikler – siz buna sevgi diyorsunuz. Ve evliliğiniz bu bir sürü kısa deliliklere, uzun bir budalalıkla son veriyor.

Evet, deliliklere gerçek, ya da bağlılık, ya da doğruluk denseydi keşke: oysa bilinçsizce sizin de erdeminiz çok yaşamak, acınacak bir rahatlık içre yaşamak içindir. >>

Olan biteni izleyen berdüştün yüreği, kadın, eline yerden bir avuç toprak aldı ve yılanın üstüne serpti. << Biz daha yüksek umutlarımızın peşini bırakmadık, bırakmayacağız da. Ve biliriz ki en iyi sevginin kadehinde dahi acılık vardır. İnsana özlemi böyle uyarır sevgi, böyle uyarır sende susuzluğu. >>

Ve birden bedenindeki tüm sular toprak tarafından emilir gibi gözden kayboldu yılan. Berdüştün büyük gözleri daha da büyüdü ve kadınını kollarına aldı.

<< Hayat sevgimiz, en yüksek umudumuza beslendiğimiz sevgi olsun; en yüksek umudumuz da, en yüksek hayat düşüncemiz. Haydi kendimizi alt edelim. >>

Böyle sardı kadını Berdüşt.

5

Berdüşt, öbür kıyıya sabah erken varmak için adanın sırtından yola çıktığında gece yarısıydı: ordan gemiye binmek istiyordu. Çünkü orda, yabancı gemilerin dahi demir atmaktan hoşlandıkları iyi bir liman vardı: Mutlu Adalardan denizi aşmak isteyen nice kimseler bu gemilere binerlerdi. Berdüşt şimdi dağa tırmanırken, yolda, yalnız başına yaptığı gezileri, kaç dağa, kaç sırta, kaç doruğa tırmandığını düşünüyordu.

Ben gezginim, ben dağa tırmananım ve bunu eminlikle söylüyorum, diyordu gönlüne; ovaları sevmem, anlaşılan uzun süre sessiz de oturamam.

Başıma yazgı ve yaşantı olarak ne gelirse gelsin, - bir gezinme, bir dağa – tırmanma vardır onda: kişi sonunda ancak kendini yaşar.

Hep dinler kendi, ve arar: karşılaştırır, boyun eğdirir, yener, yıkar. Egemenlik ve ben’in dahi egemenidir.

Düşüncelerinin ve duygularının gerisinde, zorlu bir hakan, bilinmeyen bir bilge vardır, - ona kendi denir. O senin gövdende barınır, o senin gövdendir.

İyi ile kötü, zengin ile yoksul, yüksek ile alçak, ve bütün değerlerin adları, - silahlar olsun, çın çın öten simgeler olsun bunlar, hayat kendini altetsin, yine, yine altetsin diye hep.

Sütun sütun, basamak basamak yükseğe kurmak ister kendini, hayat kendini: geniş uzaklıklara bakmak ister, ta mutlu güzelliklere doğru, - b u n d a n d ı r yükseği gereksinmesi!

Ve yükseği gereksindiğinden, basamaklar ister, basamaklarla çıkanlar arasında çelişme ister! Ağmak ister hayat, ağarken altetmek ister kendini. Demeli:

<< Bir yel gibi eseceğim aralarında, ruhumla ruhlarının soluğunu keseceğim: böyle ister benim geleceğim. >>

Kendinden öte yarat, her zaman. Farkında olmaz her ben, en çok istediği budur, bütün özlemi budur. Talihin varsa, tek erdemin bu olur. İnsan altedilmesi gereken bir şeydir: bundan ötürü seveceksin erdemlerini - : çünkü onlar yüzünden yok olacaksın.-

Öyle yüksek olsun ki erdemin, ırmak kıyısında bir parmaklık ol, tutunabilen tutunsun sana! Fakat asla koltuk değneği olma.

Böyle duyurdu Berdüşt.

30 Mart 2010 Salı

Kızıl

Annem dedi ki:" Senin ilerde kırmızıyı sevebiliceğine hiç ihtimal vermezdim, küçüklüğünden beri nefret edersin çünkü kırmızıdan.", ben de dedim içimden, 'eskiden kırmızı kandı anne, şimdi ise şehvet benim için.'

2 Şubat 2010 Salı

Şiir

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin.

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin.

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin.

Gönlümle başbaşa düşündüm demin
Artık bir sihirsiz nefes gibisin
Şimdi ta içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Maziye karışıp sevda yeminim
Bi anda unuttum seni eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.


(1918,yaz,kadıköy)
Nazım Hikmet Ran

20 Ocak 2010 Çarşamba

Modern Zamanlar

Başım ağrıdan çatlıyor Odyssey! Günlerdir şu portfolyoyu bakılası hale getirmeye çalıştığımdan kullanmadığım organlarımın işlevlerini yitirdiğini hissediyorum. Mesela ayaklarımın üstüne bastığımda artık diz kapaklarım çatırdıyor, ayrıca koca yuvarlak kıçım yassılaştı, dengeyi kurabilmek için kıçım dışarda yürüyorum, parmak izlerim touchpad'in üstünde kaymaktan yokoldu. Bitse de gitsek moduna girmiş bulunuyorum. Ama sanat üşenmemeyi gerektirir değil mi.

Paranın gözü körolsun! Her izlediğim filmde, okuduğum romanda, dinlediğim öyküde para yüzünden hayatları mahvolan insanlar görmekten bıktım. Ya da belki algıda seçiciliktir benimki. Evet, para hayatımı mahvetme evresinde. Niye bu kadar kasıyorum sanıyosun Odyssey, okuduğum biryerde paranın sözü geçiyor ve ben kendi sözümü geçirebilmek için özel olarak sınanacağım. Sınama günü her şey mükemmel olmalı! Yoksa aynı nedenle artık biryerde daha fazla duramayabilirim.

Birileri bizi dinliyor odyssey! Her tarafta kameragözler var, telefonlarımızda kulakları, bizim beyinlerimiz de birilerinin televizyonlarında. Birisi gözlerinin altına alındı Odyssey! Suçu olmadığını biliyorum. Tam da her şey düzelecek diye bakarken, hayaller kurarken sabahın 5inde tanımadığım birileri tarafından uyandırılıp odamdan çıkarıldım. Elleri kelepçelenmiş birisini gördüm. Bacaklarını şiddetle sallıyordu yüzünde samimi olmaya çalışan ama ana avrat söven bir ifade ile. Sövülmeyecek gibi değillerdi ki. Eski bir hediyemi alıp yırttı birisi aradıkları şeyi bulmaya çalışırken, "yırtmayın lütfen onlar özel!" dedim. "Hepsi özel bunların ona bakarsan" dedi. Haklı değil mi, hepsi özel. Özel her şey özenle yok ediliyor.

Sıkıldım. Sıkıldıkça saçlarımı kesiyorum. Geride biraz olsun bırakmaya çalışıyorum sonra sıkıldığımda yine kesebileyim diye, ama bu sefer abarttım sanırım biraz. Yukarda da görülüyor aslında saç fetişliğim, gerçi ne yönde fetişim ben de anlamadım ya. Daraldım mı, bunaldım mı hemen onlardan çıkarıyorum hıncımı. Pişman oluyorum sonra. Küçükken keserken ağlardım, şimdi ağlamıyorum. Kökü bende nasıl olsa diyorum, ne kadar kessem de kökü bende. Günler geçsin odyssey... Saçlarım sapasağlam uzasın artık...

Charlie Chaplin sana tapıyorum. Sessiz film diye 1976 yapımı, birinin yönettiği bir film izlemeye çalıştım bugün, ama başaramadım. Ne mimik var, ne hareket bir aksiyon! En nefret etttiğim ve kapatmamı sağlayan sahne; 5 kişi masa etrafındalar, güya güldürüler komiklikler ve bir sürü konuşmalar geçiyor aralarında sonunda da seyirciye verilen yazı tek cümle. Oysa Chaplinimin filmleri öyle mi azizim! Ağzı kıpırdamıyor herifin, bütün anlatcaklarını yüzüyle, eliyle, koluyla çok güzel anlatıyor, fazlasını bile veriyor. Vücudunu her türlü kullanıyor, ah o ölü sahnesinde sopa gibi durman yok mu! Boşuna her başroldeki kadın seninle evlenmemiş. Biliyor musun Odyssey, uykusunda ölmüş Chaplin. Benim de en çok isteyeceğim şey bu olabilir...

Bir sıkıntımı daha dile getireyim. "Benim de en çok isteyeceğim şey bu olabilir" cümlesinden sonra düşündüm ve en çok istediğim şeyi bile net olarak söyleyemediğimi farkettim. Evet, bundan şikayetçi olan birileri var. Hayatta çoğu şeyin, özellikle kararların net ve kesin olması gerektiğini savunuyorlar. Geleceğim, seçimlerim, benliğim, şeklim, düşüncelerim, kendim bulanık ve belirsiz Odyssey. Netleşirse uykuma yetişemeden ölürmüşüm gibi geliyor.



Not: Ünlü isimleri serbest diye anlaşmıştık unutma.